28 Years Later, ülkemizde 20 Haziran’da vizyona girmeye hazırlanıyor. İlk filmin üzerinden geçen 23 yılın ardından, Danny Boyle’un seriye yönetmen olarak geri dönmesi, filmin çıkışı öncesi hayranları oldukça heyecanlandırmıştı. Her ne kadar beğenilse de, serinin ikinci filmi olan 28 Weeks Later, pek çok kişi için ilk film kadar etkileyici değildi. Peki ya serinin üçüncü filmi nasıl olmuş? Dilerseniz lafı fazla uzatmadan, film hakkında konuşmaya başlayalım.
Yıllar Sonra
Filmin senaryosu, yönetmen Danny Boyle ve bugünlerde Elden Ring filmiyle birlikte gündemde olan Alex Garland tarafından kaleme alınıyor. 28 Years Later, yüzeysel olarak bakıldığında distopik filmlerin işlediği klasik temaların hepsini içinde barındırıyor. Salgının üzerinden tam tamına 28 yıl geçtiğini düşünürsek, her ne kadar tema klasik olsa da detaylarının incelikle işlendiğini söylemeliyim. Düzenli bir biçimde salgın sonrası bir dünyanın nereye evrildiğini görmemiz, en azından bu kadar uzun vadede, pek mümkün olmuyor. Durağan bir dünya anlatımındansa, geçen süreyle birlikte dünyanın kendini evrimleştirdiğin her fırsatta gözlemleyebiliyoruz.
28 Years Later, ufak bir ailenin salgının geldiği süreçte yaşadıklarına odaklanıyor. Tıpkı dünyanın kendini evrimleştirdiği gibi, içinde yaşayan insan topluluklarının da gelinen noktada kendilerini evrimleştirdiklerini söylemek mümkün. Elbette bu, herhangi bir fiziksel deformasyonla değil; kültürel bir yaşam biçimi olarak gerçekleşiyor. Dünyanın eski zamanlarında, hani şöyle bir gelenek vardır ya; çocuk belli bir yaşa geldiğinde ilk avına çıkmak zorundadır. 28 Years Later‘da da buna benzer bir olay yaşanıyor. Alfie Williams’ın canlandırdığı Spike karakteri, 12 yaşına geldiğinde yaşadıkları toplumun bir geleneği olarak ilk enfektesini öldürmelidir.
Spike’ın babası Jamie karakterine hayat veren Aaron Taylor-Johnson ile annesi Isla karakterini canlandıran Jodie Comer’ın oldukça iyi bir denge kurduğunu söylemek mümkün. Isla, psikolojik olarak daha sorunlu bir karakterken; Jamie, ailenin toparlayıcı figürü olarak öne çıkıyor. Film, karakterlerin motivasyonlarını anlatma konusunda da oldukça iyi bir iş çıkarıyor. Karakterlerin düz bir kahraman anlatısındansa detaylı bir biçimde işlendiğini görüyoruz.

Değişen Dünya
Eğer filmden atmosfer açısından beklentiniz yüksekse, sizi pişman etmeyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta muhtemelen beklentilerinizin de üzerine çıkacaktır. Distopik filmlerin belki de en önemli unsurlarından biri, kuşkusuz yaratılan atmosferdir. Hikâyenin işleyişinde, izleyicinin bu dünyanın büyüsüne kapılması gerekir. 28 Years Later da bunu üst seviyede başarıyor. Yönetmen Danny Boyle, verdiği birkaç röportajda The Last of Us dizisinden ilham aldığını açıklamıştı. Dizi, ikinci sezonuyla her ne kadar hayal kırıklığı yaratmış olsa da, atmosfer olarak hiçbir zaman düşüş yaşamamıştı. Bu nedenle bu konuda alınabilecek en doğru örneklerden biri.
Yine, atmosfer kadar etkileyici olan bir diğer unsur ise enfekteler. İlk filmlere kıyasla evrimleşen enfektelerin çok daha vahşi hâle geldiğini söylemem gerekiyor. Bu güçlenme, insanlar açısından farklı stratejiler geliştirilmesi gerektiğine de işaret ediyor elbette. Film, çekim tekniği açısından da alışılagelmişin dışında bir yöntem benimsiyor. Bu farklılık, bence filme özgün bir hava, ton ve atmosfer katmış. Daha önce iPhone ile çekildiği iddia edilen filmler, bir izleyici olarak beni pek etkilememişti. Fakat 28 Years Later’da bu tercih son derece yerinde ve etkileyici görünüyor.
Film kusursuz mu? Buna “kusursuza yakın” diyebilirim. Eksik bir yönünü göstermek pek kolay değil. Hikâyenin işlenişinden, yaratılan atmosferine ve müziklerine kadar her şey izleyiciyi tatmin ediyor. Oyunculuk performanslarının da filmin teknik kalitesiyle aynı seviyede olması, filmi yükselten diğer unsurlardan biri. Ben özellikle Jodie Comer’a bayıldım. The Last Duel ve Killing Eve gibi yapımlardaki kusursuz performanslarının yanına kesinlikle 28 Years Later’ı da ekliyor. Yine, Aaron Taylor-Johnson da bence kariyerinin en iyi performansını sergiliyor. Rol için biçilmiş kaftan diyebilirim onun için de. Yıllar içinde oyunculuğunu ne kadar fazla geliştirdiğini burada da gözlemleyebiliyoruz.

Son Sözler
Genel olarak kısa bir özet geçmem gerekirse, ben filmi oldukça beğendim. Üçleme içerisindeki favori filmim hâline geldiğini de söyleyebilirim. Filmle ilgili gelen ilk yorumlar, kusursuz olduğuna işaret ediyordu. Dürüst olmam gerekirse buna pek inanmamıştım. Fakat izledikten sonra söylemem gerekir ki, söylenen çoğu şeye harfiyen katılıyorum. “Filme gitmeli miyim?” sorusuna cevabım kesinlikle evet. Vizyondaki filmlere bakınca, açık ara en iyi yapım. Sinemada izlemeye kesinlikle değer ve beklediğinizden fazlasını almanızı sağlar.
Daha fazla incelemeler veya gündemden haberdar olmak için bizi takip etmeyi unutmayın!
Hikâyesi, atmosferi, oyunculukları ve müzikleriyle her yönüyle izleyiciyi tatmin edebilecek bir film. Türün hayranı olmayanların bile keyif alabileceği; hayranı olanların ise kesinlikle kaçırmaması gereken bir yapım olduğunu söylemek mümkün.