Anora, son dönemin bağımsız sinemaseverleri tarafından merakla beklenen bir film olarak karşımıza çıkıyor. Sean Baker tarafından yönetilen bu bağımsız dram filmi, Brooklyn’de yaşayan Anora – ya da kendi tercihiyle Ani – adlı bir egzotik dansçının hikayesini konu alıyor. Hikaye, Anora’nın bir Rus oligarkının oğluyla karşılaşması ve onunla evlenmesiyle şekilleniyor. Bu beklenmedik evlilik, karakterin kendisini bir peri masalının ortasında bulmasına yol açıyor; ancak Rus ailesinin evliliği iptal etmek için Amerika’ya gelmesiyle işler hızla karmaşıklaşıyor.
Sean Baker’ın kamerası, önceki işleri gibi Anora’da da toplumun marjinal kesimlerine odaklanıyor. Film, Anora‘nın kırılganlığını ve çevresindekilerin onu nasıl şekillendirdiğini vurgulamak için oldukça çaba gösteriyor. Bu açıdan film, ince bir çizgide yürüyor. Karakterlerin sadece deneyimlerini gözlemlemekle kalmıyor, aynı zamanda izleyiciye eleştirel bir bakış açısı da sunuyor. Ancak, bunu ne kadar başarılı yaptığı, benim açımdan büyük bir soru işareti doğrusu.

Teknik Açıdan Göz Kamaştırıcı
Filmin Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nü kazanması, bu güçlü anlatıyı geniş bir kitleye ulaştırdı. Bu sayede Oscar adaylığı için de umut vaat eden bir konuma geldi. Anora, bunun ötesinde, sınıfsal farklılıklar, cinsellik ve güç dinamikleri üzerine eleştirel bir yapıt olmaya uğraşıyor. Baker, filmde karakterler üzerinden toplumsal konulara dikkat çekerken izleyicinin duygusal olarak da bağ kurmasını istiyor.
Filmin dramatik yanı kadar teknik yönleri de dikkat çekici. Baker, sinematografisinde Brooklyn’in sokaklarından Rus ailelerinin lüks hayatına geçişi ustalıkla yansıtıyor. Renk paleti ve sahne geçişleriyle, karakterin hayatındaki hızlı değişimi ve adaptasyon sürecini izleyiciye hissettiriyor. Bununla birlikte Anora‘nın kökenleri, Baker’ın ilk uzun metrajlı filmi Four Letter Words’ten (2000) bu yana birlikte çalıştığı oyuncu Karren Karagulian ile kariyeri boyunca sürdürdüğü işbirliğine dayanıyor. Karagulian, Brooklynli bir Rus-Amerikalı kadınla evliydi ve yönetmene göre Anora’nın zeminini oluşturan buymuş.
Bir süredir Karren Karagulian için bir şey bulmak istiyordum. Brighton Beach /Coney Island bölgesinde Rusça konuşan nüfusla ilgili bir hikaye yapmak istediğimi biliyordum, zira Karren’in bu toplumla bağları var. Sonunda bu hikayeyi buldum ve yaklaşık bir yıl içinde gelişti.
Bunun filme çok şey kattığını söyleyebilirim. Bölgede yaşayan insanların yapım sürecinde olması, görsel anlatıya da etki etmiş.
Mikey Madison’ın Anora rolündeki performansı da, teknik unsurları konuşurken bahsetmemiz gereken şeylerden biridir. Karakterin zengin psikolojik derinliğini yansıtması açısından Madison, herkesten büyük övgü topladı. Anora’nın saf umutları ve çaresizliği arasında gidip gelen hallerini yansıtmakta çok başarılı olduğuna inanıyorum.

Mikey Madison’ın Sürece Dahil Olması
Mikey Madison hakkında biraz konuşulması gerekiyor, zira filmin en büyük itici gücü kendisi. Madison, hem benim hem de Sean Baker‘in dikkatini ilk olarak 2019 yılında çıkan Quentin Tarantino imzalı “Once Upon a Time… in Hollywood“da çekti. Bu filmde kendisinin ekran süresi oldukça kısaydı fakat kendini göstermeyi başarmıştı. Mikey Madison‘ın o kısacık performansı, Anora‘da 2 saat 19 dakikaya ve bir üst seviyeye çıkmış. Bana kalırsa belirli açılardan karakterler arasındaki benzerliğin de bunda etkisi var. Yönetmenin kendi açıklamasına göre Madison, en başından itibaren karakterine ve filmin bütününe derinden bağlanmış.
Mikey tüm sürece dahil oldu – sadece yazım sürecinde değil, aynı zamanda araştırma ve geliştirme çalışmalarımız boyunca da oradaydı. Onu danışmanlarla tanıştırdık, kulüplerde araştırma yaptı ve bir dansçının yaşamına ve becerilerine dalmayı kendine görev edindi ama insan ve dönüşümsel bir sanatçı olarak filme kattıklarını sadece o yapabilirdi ve karakter böylesine güzel ve etkileyici bir şekilde hayat buldu.
Buna rağmen Mikey Madison‘ın performansının, yılın en başarılı kadın performansı olduğu konusunda şüphelerim yok değil. Bu sene özelinde fazlasıyla güçlü performanslarla karşılaştık ve bana kalırsa Madison henüz o seviyede değil.
Anora‘da, Mikey Madison hariç tüm oyuncular ekran süresi fark etmeksizin yan karakter işlevi görüyor. Asıl anlatı için kullanılan, çok bir derinlikleri olmayan, komedi unsuruna dönüşüyorlar çoğu zaman. Ivan karakterini canlandıran Mark Eidelshtein, filmin özellikle ikinci yarısında oyunculuğuyla sinirinizi bozmayı başarıyor. Toros karakterini canlandıran Karren Karagulian ise tek kelimeyle harika diyebilirim. Güldürmesi gereken yerde güldürüyor, senaryoyu ilerletmesi gereken yerde ilerletiyor. Filmin özellikle merkezine koyduğu ev baskını sahnesinde, Mikey Madison‘la birlikte karşılıklı tartışmaları, uzun zamandır sinemada izlediğim en komik şeylerden biriydi.
Anora, hiç kuşkusuz, bu yılın en dikkat çekici filmlerinden birisi ve kesinlikle izlenmesi gerekiyor. Şaşırtıcı pek bir şey vaad etmese de yapması gereken çoğu şeyi, başarıyla yerine getiriyor. Filmin sonu, karakterle birlikte sizi de kırıyor ve kendinizi ne yapacağınızı bilmez şekilde buluyorsunuz salonda. Eğer kendinizi filmin akışına ikna edip kendinizi orada bulursanız, ki bu çok zor olmayacaktır, kesinlikle hissedebileceğiniz bir hikaye vaad ediyor. 1 Kasım’dan itibaren Anora‘yı sinemalarda izleyebilirsiniz.
Okuduğunuz için teşekkür ederiz. Diğer incelemelerimize buradan ulaşabilirsiniz.
Anora
Anora, anlatısında yapması gerekenleri başarıyla yapan fakat bazı açılardan da yüzeysel kalan bir eser. Güçlü oyunculukları ve deneyimlenmeye değer sinematografisiyle, yönetmen Sean Baker'ın şu ana kadarki en başarılı yapımlarından biri.
Artıları
- Oyunculuklar başarılı
- Senaryosunu güzel kuruyor
- Teknik açıdan göz kamaştırıcı
- Sonu çarpıcı
Eksileri
- İkinci yarıda tempo problemleri
- Anlatı kesinlikle daha başarılı olabilirdi