Captain America: Brave New World, Sam Wilson’ın kalkanı resmen devraldığı ilk film olma özelliğini taşıyor. Chris Evans’ın canlandırdığı Steve Rogers, meşaleyi Anthony Mackie’nin hayat verdiği Sam Wilson’a devrettiğinden beri, Kaptan Amerika’nın yeni dönemde neye dönüşeceğini merak ediyordum. Steve Rogers, geçtiğimiz on yılda sadece sinematik evren için değil, aynı zamanda Marvel Comics için de büyük bir başarıya ulaştı. Bunu sadece Chris Evans’ın oyunculuğuna ya da karakterin iyi yazılmış olmasına bağlamıyorum.
Geçtiğimiz yüzyılda insanlığın modern kahraman tezahürü Superman’di. Ancak Marvel Comics, 2011’de vizyona giren Captain America: The First Avenger‘dan itibaren yavaş yavaş ibreyi kendine doğru çekmeye başladı. Kaptan Amerika’yı çoğunlukla, tartışmalı olsa da, ahlaki açıdan iyi tarafta tuttu. Captain America: The Winter Soldier ve Captain America: Civil War ile Kaptan Amerika kimliği eridi. 2019’da çıkan Avengers: Endgame itibariyle de Steve Rogers, eskiden Superman’in olduğu şey haline geldi.
Bu nedenle, meşaleyi devralan Sam Wilson’ın sınavı, bizim tahmin ettiğimizden çok daha zordu.

Bir Kaptan Amerika Filminin Önemini Taşımıyor
Captain America: Brave New World, hikayesini oldukça başarılı bir noktadan kuruyor. Film, Donald Trump’ın ikinci dönemine başladığı 20 Ocak tarihinden yalnızca 24 gün sonra çıkış yaptı. Bununla birlikte, filmin açılış sahnesi de yeni seçilmiş ABD Başkanı Thaddeus Ross’un konuşmasıyla başlıyor.
Thaddeus Ross’un karakteri, bana hep meşhur Douglas MacArthur ve George S. Patton’ın bir karışımı gibi gelmiştir. MacArthur da esasen 1952 yılında aday olmaya çalışmış, ancak başarılı olamamış bir generaldi. O dönemden bu döneme değişen şey, ABD halkının—belki korkudan, belki de başka bir sebepten—hiç olmayacak kişileri başkan seçmesidir.
Bu bağlamda, geçen on yılda Marvel Sinematik Evreni’nde yaşanan hadiseler göz önüne alındığında, insanların Thaddeus Ross’u başkan seçmesi—film açısından—çok akıllıca bir karardı. Merhum William Hurt’tan rolü devralan Harrison Ford, genel manada başarılı bir iş ortaya koyuyor. Captain America: Brave New World, Thaddeus Ross’u saf bir kötü adamdan ziyade gri bir karakter olarak ele almayı tercih etmiş. Bu da, Harrison Ford’un oyunculuğunu ön plana çıkarmış diyebilirim.
Thaddeus Ross, filmin ilk çeyreğinde süper kahraman ekibi Avengers’ı yeniden kurmayı amaçladığını söylüyor. Bu doğrultuda, çiçeği burnunda Kaptan Amerika Sam Wilson’ı ekibi kurması için ikna etmeye çalışıyor. Wilson, bu teklifi değerlendirmek üzere Beyaz Saray’da düzenlenen özel bir davete katılıyor. Bu noktada, filmin bir politik gerilim olacağını düşünmüştüm ve bu beni epey sevindirmişti. Marvel Sinematik Evreni, çok uzun zamandır belli başlı formüller üzerinden ilerliyordu. Bu nedenle yeni şeyler gördüğümde bu hoşuma gidiyordu. Captain America: Brave New World, maalesef bu filmlerden biri değil.

Filmin En Büyük Kusuru Bir Marvel Filmi Olması
Captain America: Brave New World, şu an olduğundan daha büyük bir film olmalıydı. Serinin önceki filmleri, az ya da çok, sinematik evrene yeni bir şey katmıştır. Captain America: Brave New World de böyle bir film olmalıydı.
Beşinci faz artık sona eriyor ve altıncı fazın kapısına kadar geldik. Avengers: Doomsday‘den ise sadece bir yıl uzaklıktayız. Bu filmin, normal şartlar altında, bir hazırlık niteliğinde olmasını beklersiniz; fakat öyle olmuyor.
Filmin bazı temaları da yok değil. Sam Wilson’ın, Steve Rogers’ın mirasını sahiplenmeye çalışması ve bu bağlamda süper asker serumunu almayı reddetmesi, esasen The Falcon and the Winter Soldier dizisinde işlenmişti. Captain America: Brave New World, bu dizi hiç olmamış gibi davranmıyor fakat Sam Wilson’ın kararlarını sorguluyor. Siyahi bir Kaptan Amerika olarak kendi yolunu bulmaya çalışması, bu filmde işlemesini beklediğim bir temaydı. Filmin en başta kurduğu politik iklim itibariyle de, bunun üzerine daha çok gidilir diye düşünmüştüm fakat yanılmışım.
Beni en üzen şey, bütün bu saydığım temaların hiçbirini doğru düzgün işleyememiş bir film olmasıydı. Bu nedenle, Captain America: Brave New World karakter odaklı bir film olmayı beceremiyor. Sam Wilson’ın, Steve Rogers’ın izleyiciyle kurduğu bağı kurmasını sağlayamıyor.
Tüm film, 6 dakikalık Red Hulk cameo-aksiyon sekansına dayalı gibi hissettirdi. Bu filmin de başrolü, bazı zamanlarda Sam Wilson değil de, Thaddeus Ross gibi hissettiriyordu. Onun çevresinde gelişen bazı sahneler, beni gerçekten germeyi başardı. Günün sonunda, Red Hulk ortaya çıktığında epey heyecanlandım. Aksiyon sahnesi, kendi başına güzel görünse de, kareografi anlamında çok üst düzey değildi. Normalde bunun aksi olmasını beklersiniz, çünkü Sam Wilson’ın kaçak dövüşmesi gerekiyordu; aksi takdirde çileden çıkmış Red Hulk tarafından ezilirdi.

Sen Steve Rogers Değilsin
Filmin bir sahnesinde, Sam Wilson’ın bütün film boyunca aksini kanıtlamaya çalıştığı replik geliyor: “Sen Steve Rogers değilsin.” Bu replik, film boyunca sadece Sam Wilson’ı değil, izleyiciyi de rahatsız ediyor diyebilirim. Anthony Mackie, bu noktada karakteriyle benzer bir performans sergiliyor. Filmin her noktasında, Chris Evans’ın canlandırdığı Steve Rogers’ı arar durumdaydım. Bu nedenle, filmin son sahnelerinde, Joaquín Torres tarafından “Sen onlara hayal edebilecekleri bir şey veriyorsun.” dendiğinde, Sam Wilson için üzüldüm. Çünkü bu film ve bu karakter, hiç kimseye hayal edebileceği bir şey vermiyor.
Filmin yan karakterleri de pek parlak değil. Danny Ramirez’in canlandırdığı Joaquín Torres, sinir bozucu bir yardımcı olmaktan öteye gidemiyor. Eğlenceli değil, derinliği yok, üzerine edilecek tek bir kelime bile yok. Genel manada, Marvel’ın yardımcı karakterleri de böyle zaten. Bir zamanlar Sam Wilson, Steve Rogers neyse, Joaquín Torres de şu an o.
Sam Wilson’ın filmde kurtarması gereken prenses rolünü, Carl Lumbly’nin canlandırdığı Isaiah Bradley üstleniyor. Tim Blake Nelson’ın canlandırdığı Samuel Sterns’in manipülasyonları nedeniyle hapse düşen Isaiah, karakter anlamında pek bir şey göstermiyor. Sam Wilson için sadece bir motivasyon kaynağı olarak kullanılıp, filmin sonunda da geçip gidiyor. Bunun yanı sıra, Samuel Sterns’den bahsetmiyorum bile. Çok daha büyük amaçlara hizmet edebilecek bir süperkötünün, sadece Ross’un itibarını zedelemek için uluslararası anlamda bir komplo kurmuş olması, bana sadece komik geldi.
Bunlar haricinde, bir de Giancarlo Esposito’dan bahsedebilirim belki ama neyinden bahsetmem gerektiğini bilmiyorum. Esposito’yu izlemeyi her zaman seviyorum, fakat üzerine çok konuşulacak bir şey yok. Gustavo Fring’den beri sadece Gustavo Fring’i oynamaya devam ettiğini düşünüyorum. Bu filmde de pek bir şey değişmemiş. Karizmatik bir yan kötü olarak filmde yer alıyor.
Bütün bunlara rağmen Captain America: Brave New World, First Avenger ile Civil War arasında bir yer buluyor kendine. Her parçasıyla ortalama bir film. Marvel Sinematik Evreni’nin Dünya’sında neler oluyor diye merak ediyorsanız, izlemenizi tavsiye ederim. Bunun haricinde genel anlatıya pek bir katkısı yok.
Captain America: Brave New World
Captain America: Brave New World, önceki Kaptan Amerika filmlerinin önemini taşıyamıyor. Sam Wilson, Steve Rogers kadar mitik bir karakterin mirası altında eziliyor. Bu nedenle film, gelecek Avengers filmleri için de izleyiciyi endişelendirmekten başka bir işe yaramıyor. Yeni Avengers kadrosu kimlerden oluşacak kestirmek zor fakat kesinlikle başka bir lidere ihtiyacı var!