Oyun dünyası, hemen hemen her dönemde efsane yapımları ortaya çıkarmayı başarmıştır. Bazı oyunlar, yalnızca çıktıkları dönem için değil, aradan yıllar geçse bile hala hatırlanmayı ve eğlenceli olmayı başarabilmişlerdir. Bu yazıda, oyun tarihinin unutulmaz ve bir o kadar güzel olan, artık klasik haline gelmiş 5 başyapıta değineceğiz. Her biri kendi türünü yeniden şekillendiren ve günümüz oyunlarına ilham veren bu yapımlar, sadece geçmişin değil, oyun dünyasının geleceğini de etkilemiştir. Hazırsanız, nostalji dolu bir yolculuğa çıkalım!
Unutulmaz Bir Geri Dönüş: Devil May Cry 3
2005 yılında piyasaya sürülen Devil May Cry 3: Dante’s Awakening, sadece bir oyun değil. Bir oyundan daha fazlası… Serinin en iyi ikinci oyunu olmasının yanı sıra hack and slash türünün yıllar geçse bile hala daha en iyi oyunlarından birisi. Bugün Devil May Cry serisi oyun dünyasında bilinen ve sevilen bir seri ise DMC 3’ün payı oldukça büyüktür diyebilirim. Bir önceki oyunun (DMC2) eleştirilere boğulmasının ardından Capcom, seriye hak ettiği itibarı geri kazandırmak için güçlü bir şekilde geri döndü ve bu kez gerçekten başardı.

Genç Dante, Sert Dövüşler
Oyuncular bu kez daha genç, daha umursamaz ama bir o kadar da karizmatik bir Dante ile tanıştı. Hikâye, Dante ile ikiz kardeşi Vergil’in çatışmasını merkezine alırken, bu kardeşlik temasını hem dramatik hem de stilize çatışmalarla derinleştiriyor.
Oyunun aksiyon sistemi o kadar iyi ki çıkışının üzerinden 20 sene geçmiş olmasına rağmen günümüzde rahatlıkla oynanabilen oldukça zevkli bir yapım. 2-3 senede bir girip bir kez daha bitirip tekrar canımın çekmesini beklemeye koyulurum.
Savaş sistemi o kadar stilize ve derin ki, sadece düşmanları yenmek değil, bunu “cool” bir şekilde yapmak gerekiyor. Oyun, oyuncunun tarzına göre şekillenen bir dövüş sistemi sunuyor: Trickster ile çevik manevralar, Swordmaster ile yakın dövüş yetenekleri, Gunslinger ile ateşli silah komboları… Bu çeşitlilik, her oyuncuya kendi oyun stilini yaratma şansı veriyor.
Bugün Devil May Cry 3, yalnızca bir aksiyon klasiği olarak değil, aynı zamanda retro oyunlar arasında kendine özgü bir yer edinmiş durumda. Oynanışı ve atmosferiyle de zamanının ötesinde bir yapım olduğunu hâlâ hissettirebiliyor.
Ve evet, Dante’nin pizza sahnesi… Hâlâ unutulmadı.
Korku Yeniden Tanımlandığında: Resident Evil 4
Resident Evil 4’ü kime anlatmalıyım bilmiyorum ama yine de böyle bir listeye eklememek olmazdı. Geçtiğimiz senelerde remake ile karşımıza yenilenmiş bir şekilde tekrar çıkmış olsa da orjinal yapımın da günümüzde bile taş gibi olduğunu söylemem gerek.

Bıçak, Tabanca ve Takla Atan Bir Amerikan Ajanı
Resident Evil 4, sadece serinin değil, tüm üçüncü şahıs aksiyon oyunlarının kaderini değiştirdi. Klasik sabit kamera sisteminden sıyrılarak, omuz üstü kamera açısı ile oyun dünyasına damga vurdu desek yeridir. Bu yenilik, yalnızca oyuncunun kontrol hissini artırmakla kalmadı, aynı zamanda aksiyonu daha yoğun ve kişisel kıldı. Bugün hâlâ birçok modern TPS (third-person shooter) oyun, RE4’ün açtığı yolda ilerliyor.
Leon’un hem ciddi hem de biraz alaycı tavırları, oyunun tonunu dengelemede önemli rol oynadı. Oyun, “action-horror” türünün sınırlarını genişletirken, aynı zamanda eğlenceli olmayı da başardı. Bıçağın ustalıkla kullanıldığı anlar, ani tuzaklar ve QTE (Quick Time Event) sekansları ile RE4, oyuncuya her daim tetikte olmayı öğretti.
Bugün Resident Evil 4, yalnızca bir başyapıt değil, aynı zamanda bir dönemin simgesi. 2023’te çıkan remake bile, orijinalinin yarattığı etkinin ne kadar büyük olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Retro oyun meraklıları için RE4, hem nostalji hem de zamansız kalite demek.
Karanlığın İçinde Kendi Hikâyeni Yazmak: Vampire: The Masquerade – Bloodlines
2004 yılında piyasaya sürülen Vampire: The Masquerade – Bloodlines, teknik sorunlarıyla anılsa da kesinlikle şans verilmesi gereken bir yapım. Günümüz RPG oyunlarının bile sunamadığı rol yapma mekanikleri ile türün en iyi oyunlarından biri bana soracak olursanız. Karanlık atmosferi, karakter derinliği ve eşsiz rol yapma seçenekleriyle, RPG türünün en özgün örneklerinden biri hâline geldi. Bugün bile “gerçek bir rol yapma deneyimi” denince, hiç tereddüt etmeden tavsiye edebileceğim yapımlardan biri kesinlikle.

Sen Bir Vampirsin… Ama Hangi Türden?
Oyuna başlarken seçtiğiniz vampir klanı, yalnızca yeteneklerinizi değil, dünyayla kurduğunuz ilişkiyi de tamamen değiştiriyor. Örnek vermem gerekirse: Nosferatu ile oynamaya karar verirseniz, sizin için yer üstünde görünmek bile riskli hale geliyor. Görünüşünüz Masquerade kurallarına aykırı olması ile sizi gizli saklı oynamaya itiyor. Başka bir örnek vermem gerekirse de: Malkavian klanıyla oynarken ise tüm diyaloglar deli dolu ve çarpıtılmış bir şekil haline geliyor. Hatta oyunun bazı karakterleriyle bambaşka bir seviyede iletişim kuruyorsunuz. Bu, RPG’nin gerçekten ne demek olduğunu hatırlatan bir tasarım kararı.
Bloodlines’ın diyalog sistemi, sadece şık diyalog kutularından ibaret değil; karakter gelişiminizin ve seçimlerinizin direkt olarak bir yansıması. Karizmanız yüksekse bir karakteri kolayca ikna edebilirsiniz, ama düşükse işler hızla ters gidebilir. Ve inanın bana öyle bir hal alır ki ne olduğuna şaşırırsınız.
Los Angeles’ın karanlık arka sokaklarında geçen oyun, gotik ve modern ögeleri harmanlayarak, oyuncuyu bambaşka bir gerçekliğe çekiyor. Hollywood Bulvarı’ndan Santa Monica sahiline, seedy barlardan gizli vampir toplantılarına… Şehir yaşayan, nefes alan bir yapıya sahip olduğunu hissettirmeyi başarıyor. Her bir köşesinde başka bir hikâye sizi bekliyor.
Yerçekimi Kurallarını Unutun: Super Mario Galaxy ile Kozmik Bir Masal
2007 yılında çıkan Super Mario Galaxy, yalnızca bir platform oyunu değil, adeta yıldızlarla yazılmış bir masal. Mario serisinin klasik formülünü baş aşağı çeviren bu yapım, yaratıcılığın sınırlarını zorlayan dünyaları, zekice ve bir o kadar eğlenceli bulmacaları ve dokunaklı bir atmosferiyle hafızalara kazındı.

Ruhunu Kaybetmeyen Bir Yenilik
Super Mario Galaxy için platform türünün en iyi işlerinden biri desem pek de abartmış olmam sanırım. Oyunun ana dinamiklerinden biri olan yerçekimi, oyunun merkezinde yer alıyor. Küçük, yuvarlak gezegenlerin üzerinde yürümek, yerçekiminin yönünü değiştirmek, boşluğa düşmeden dünyalar arasında zıplamak… Bu fikir sadece teknik olarak etkileyici değil, aynı zamanda oynanışa taze bir soluk getirdi.
Super Mario Galaxy, yenilikçi mekanikleri ve 3D oynanışıyla seriye devrim getirse de özündeki o saf, neşeli Mario ruhunu kaybetmedi. Çocuklar için eğlenceli, yetişkinler için ise nostaljiyle dolu bir deneyim. Bir yandan eğlendirirken, bir yandan da “oyun böyle yapılır” dedirten bir yapım.
Karanlığın İçinde Bir Sanat Eseri: Castlevania – Symphony of the Night
1997’de PlayStation’da sessiz sedasız piyasaya sürülen Castlevania: Symphony of the Night, ilk bakışta oldukça sıradan bir 2D aksiyon-platform oyunu gibi görünüyor olsa da altında çok daha fazlası var. Oyuncuların oyunu oynadıkça yavaş yavaş fark ettiği şey şuydu: Bu oyun bir başyapıttı. Gotik sanatın zarif dokunuşları, özgün müzikleri ve benzersiz oynanışıyla Symphony of the Night, hem bir dönemin ruhunu yansıttı, hem de “Metroidvania” türünün altın standardını belirledi.

RPG ile Platformu Birleştirmek: Cesur Bir Hamle
Symphony of the Night’ın devrim yarattığı en önemli konu bana kalırsa 2D aksiyon-platform türüne RPG ögelerini oldukça başarıyla bir şekilde entegre etmesi oldu. Seviye atlama sistemi, ekipmanlar, büyüler, farklı silah türleri, gizli yetenekler… Hepsi oyuncuya karakterini gerçekten “inşa etme” hissi verdi. Alucard sadece daha güçlü olmakla kalmadı, senin kararlarına göre şekillendi.
Oyunun açık ara en iyi yönü ise devasa ve katmanlı şekilde tasarlanmış şatosu. Harita her adımda biraz daha açılıyor, ama bir kapıyı açmak için saatler sonra başka bir yerden bir yetenek kazanman gerekiyor. Bu “geri dön, keşfet, ödülleri topla” yapısı, Symphony of the Night’ı sadece oynamaya değil, yaşamaya değer kılıyor.
Ve o meşhur an… Haritanın tersine çevrildiği an. Tam bitti sanırken, aslında her şeyin yeni başladığını öğrendiğimiz o sihirli an… Oyun tarihine kazınmış bir dönüm noktasıdır.
Zamanın ötesinde kalan bu yapımlar, hem geçmişin hem de geleceğin oyun dünyasında iz bıraktılar. Her biri, keşfetmek ve yaşamak için hala değerli. Eğer bu başyapıtları hâlâ oynamadıysanız, şimdi tam zamanı!
Daha fazla haber ve incelemelerimiz için sitemize ve sosyal medya hesaplarımıza göz atmayı unutmayın!