Tainted Grail: The Fall of Avalon, The Elder Scrolls ve Kingdom Come: Deliverance gibi yapımların izinden gidiyor. Kendi gotik, grotesk ve karanlık atmosferiyle onların mirasına sahip çıkıyor. Questline tarafından geliştirilen ve Awaken Realms tarafından 23 Mayıs 2025’te piyasaya sürülen Tainted Grail: The Fall of Avalon, Polonya kökenli aksiyon-RPG türünün en yeni örneklerinden biri. Questline, oyuncuyu Kral Arthur efsanesinin çökmüş bir geleceğinde, yıkımın ve çürümüşlüğün ortasında geçen bir hikayeye davet ediyor.

Yitip Gitmiş Bir Dünya
Tainted Grail: The Fall of Avalon‘un görsel dünyası, çarpık ve dehşet verici bir his uyandırıyor. Bu tercih, sadece görsel yapısıyla değil, hikayenin temeliyle de örtüşüyor. Yaklaşık altı asır önce, anavatanı ‘Kızıl Ölüm’ adlı bir salgının pençesindeyken, Kral Arthur halkını Avalon’a önderlik etti. Adayı fethettiklerinde, Arthur ve Merlin; doğayı, toprakları ve içlerindeki yaşamı diledikleri gibi biçimlendiren ‘kaotik ve ilkel bir güç’ olan Wyrdness’i yeni yuvalarından temizlediler. Tahmin edeceğiniz üzere, Kral Arthur’un ölümü sonrası halkının akıbeti iyiye gitmedi.
İsimsiz bir mahkumu canlandırdığınız Tainted Grail: The Fall of Avalon, altı asır sonrayı konu alıyor. Kahramanlık çağı sona ermiş, Wyrdness geri dönmüş ve en kötüsü, salgın tüm Avalon’a yayılmış. Oyun, bir hücrenin içinde Kızıl Rahibin teki tarafından azarlanmanızla başlıyor. Bu Kızıl Rahipler, Kızıl Ölüm’ü iyileştirmek için hastalar üzerinde işkenceye varan deneyler yapıyor. Oyun boyunca da onlarla sık sık karşılaşıyorsunuz.
Ufak bir yardımla birlikte buradan kaçtıktan sonra, hikaye gaza basıyor. Kıtanın hikayesini, bizzat Kral Arthur’un dilinden dinliyorsunuz. Bununla birlikte, en nihayetinde, Arthur’un ebedi ruhunun bir parçasıyla karşılaşıyorsunuz. Hafızasından geriye pek bir şey kalmamış, ruhu kıtanın dört bir yanına dağılmış. Bu noktada siz devreye giriyorsunuz. Siz, isimsiz mahkum, Arthur’un ruhunun parçalarını toplamalı ve Avalon’a barış getirmelisiniz. Buradaki asıl soru, herkesin beklediği kahraman gerçekten Arthur mu yoksa bir başkası mı?

Dövüş Sisteminin Zorluğu Deneyime Zarar Veriyor
Tainted Grail: The Fall of Avalon‘da beş zorluk seçeneği bulunuyor. Bunların dördü, en basit düşmanı bile hasar süngeri haline getiriyor. Size karşı daha kompleks stratejiler falan kurmuyorlar. Oyunun en zor seçeneği ‘Survival Mode’ ise dövüş sistemine ekstra bir zorluk katmaktan ziyade, genel tecrübeyi daha acılı bir süreç haline getirmekten başka bir işe yaramıyor. Bu seçeneği seçtiğinizde, sadece bonfire‘larda kayıt alabiliyorsunuz ve öldüğünüzde oyun tamamen bitiyor.
Oyunun savaş sistemi, yakın dövüş, büyü ve pek de çalışmayan bir gizlilik üzerine kurulu diyebilirim. Gizliliği denediğim çoğu zaman, elime yüzüme bulaştırdım ve yakın dövüşle ilerledim. Bunun kendi beceriksizliğim olabileceğini de kabul ediyorum. Normal zorlukta savaştığım düşmanlardan sadece iki vuruşta tek yediğim için sabrım pek azalmıştı. Normal şartlarda, oyunların zorluğundan rahatsız olan biri değilim ama Tainted Grail… en sonunda devam edebilmek için zorluk ayarını düşürdüğüm nadir oyunlardan biri oldu.
Bütün bunlara rağmen oyunun bire bir dövüşleri kendini eğlenceli kılmayı başarıyor. Süresiyle kıyaslandığında oyunun boss sayısı yetersiz kalsa da olanların başarılı olduğunu söyleyebilirim. Seviye aldıkça eklenen özelliklerle birlikte, oyunun büyük bölümünde haritada koşturup mini boss kovaladım. Bazen bu dövüşlerde zorluk seviyesini yeniden arttırdığım bile oldu. Bunun gibi durumlarda, Tainted Grail: The Fall of Avalon piyasadaki muadilleri kadar kaliteli oluyor.

Teknik Anlamda Sınıfta Kalıyor
Oyunun başlarında yaşadığım bir hata, sonrası için kötü sinyaller verdi. Horns of the South’taki haydut liderlerinin peşine düşmüştüm. Oyunun zorluk ayarlarını da düşürmediğim için yaklaşık 10-15 kez öldüğüm haydut liderini yendiğimde, Soulslike oyunların verdiği tatmin duygusuna yakın bir his yaşadım. Bunun üzerine, ilk mini boss‘umu kesmemin şerefine heyecanla tüm eşyalarını aldım. Envanterime baktığımda ise, silah yoktu. İnternette kısa bir araştırmayla bunun çok yaygın bir hata olduğunu gördüm. Bununla birlikte oyun, çoktan şevkimi kırmıştı. Bu başlık altında oyuncular, hala oyunda yaşadığı hataları dile getirmeye devam ediyor.
Bu sorunu geçtim, kapalı alanlarda sık sık bir yerlere sıkışmaktan bahsetmiyorum bile. Tainted Grail: The Fall of Avalon’da mahzenlere girmekten korkar oldum. Hayır, içerideki undead’ler yüzünden değil; bir yerlere sıkışmaktan korktuğum için.
Görsel anlamda, oyunun sanat tasarımı oldukça başarılı. Üç ana bölgeden oluşan harita, birbirlerinden farklı atmosferlere sahip olsalar da, her bölge kendi içinde aynı düzeyde başarılı değil. Özellikle mahzenler, kuleler ve kasabalar büyük ölçüde birbirine benziyor. Burada kültürel benzerlikten söz etmiyorum; asset’lerin neredeyse birebir şekilde, aynı yerleşim düzeniyle tekrarlandığına sıkça rastlanıyor. Karakter modelleri için de aynı şeyi düşünüyorum. Diyalogların ve seslendirmelerin çoğunun ruhsuz ve derinliksiz olmasını geçtim, aklımda yer edinen bir NPC bile olmadı.
Sonuç olarak Tainted Grail: The Fall of Avalon, piyasadaki sayılı first person RPG‘lerden biri olarak kendine has bir yer ediniyor. Şimdilik deneyiminizi baltalayacak sorunları olsa da keyif almanızı engelleyecek şeyler değil bunlar. Yazıda pek bahsetmesem de, oyunun Arthurian destanına modern ve farklı bir bakış açısı getirdiğini de söyleyebilirim. Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nden bazılarıyla da oyun içerisinde karşılaşıyorsunuz ve hiç de düşündüğünüz şekilde çıkmıyorlar karşınıza. Bu ve bunun gibi şeyler, Tainted Grail: The Fall of Avalon‘un en güçlü kısımları.
Daha fazla haber ve incelemelerimiz için sitemize ve sosyal medya hesaplarımıza göz atmayı unutmayın!
Tainted Grail: The Fall of Avalon
Tainted Grail: The Fall of Avalon, karanlık fantezi atmosferi, modernleştirilmiş derin mitolojisi ve Arthur efsanesine getirdiği özgün yorumuyla dikkat çeken bir açık dünya RPG deneyimi sunuyor. Görsel olarak etkileyici bir atmosfer yaratılmasına rağmen, içerik tekrarına dayalı çevre tasarımları, teknik problemler ve görev çeşitliliğindeki eksiklikler oyunun potansiyelini gölgede bırakabiliyor. Buna karşın keşif odaklı oyuncular ve anlatı ağırlıklı yapımları sevenler için etkileyici anlar barındırıyor.
Artıları
- Sanat tasarımı
- Sürükleyici hikayesi
- Düello bazlı dövüşlerin tamamı
Eksileri
- Ayarsız zorluk
- Ruhsuz diyaloglar
- Teknik anlamda cilalanmamış