Oyun dünyasının önde gelen stüdyolarından biri olan Capcom markası, Devil May Cry, dizi dünyasına adımını attı. Netflix tarafından animeye uyarlanan efsanevi seri, geçtiğimiz günlerde sezonunun tamamını izleyicilerin önüne serdi.
Netflix‘in tecrübeli animasyon stüdyosu Studio Mir tarafından geliştirilen animenin başında Adi Shankar bulunuyor. Kendisini Castlevania ve Castlevania Nocturne serilerinden hatırlayabiliriz. İşin kısası, aslında hem animasyon sektöründe tecrübeli hem de ses getiren işlere imza attığını söylemek mümkün. Ayrıca, sosyal medyada birkaç dakika dolaşırsanız, Devil May Cry serisinin de büyük bir hayranı olduğunu görebilirsiniz. Animeyi izlemeden önce heyecanlanmanız için her şey mevcut. Peki, anime nasıl olmuş? Dilerseniz incelememize geçelim. Okumaya başlamadan önce, yazımızda spoiler bulunduğunu belirtmemiz gerekiyor.
Karakterler
Diziyi incelerken, Devil May Cry oyunlarına derinlemesine hakim olmadığımı söylemeliyim. Karakterleri ve temayı biliyorum ama ayrıntılara dair pek bir fikrim yok. Hikayemiz, bildiğimiz gibi ana karakterimiz olan Dante etrafında şekilleniyor. Gizemli geçmişinden habersiz bir şekilde, sahip olduğu yetenekler etrafında hayatını şekillendirerek yaşamını sürdürüyor. Diğer ana karakterimiz olan Lady ise, bana kalırsa açık ara sezonun yıldızı. Serinin hayranları, karakterin oyunlardakinden farklı yeniden yorumlanışını pek beğenmese de ben oldukça sevdim. Dante’nin eğlenceli karakterini ciddiyetiyle dengelemesinin yanı sıra, sezonun çoğu noktasında da bir ana karaktermiş gibi ön plana çıkmayı başarıyor. Hayranların beğenmediği nokta sanırım ki bu. Dizinin genelinde, Lady, izlemesi çok daha keyifli bir karakter olmayı başarmasının yanı sıra, özellikle altıncı bölümle birlikte Dante’yi geri plana atmayı başarıyor.
Sezonun kötüsü olarak gördüğümüz White Rabbit karakteri ise, bence Lady gibi oldukça iyi işlenmiş bir karakterdi. Saf bir kötü olmasındansa, sezon içerisinde izlediğimiz ve geçmişinden kaynaklanan yaşadıklarının onu bu noktaya getirmesi, karakterin gelişimi açısından önemli bir noktaydı. Son yıllarda tekrar popülerleşmeye başlayan Alice alegorisi, karakterin kendi içindeki ikilemlerde önemli bir faktör olduğunu Devil May Cry‘da da görüyoruz. Diğerlerinin aksine, bunu bu defa gözümüze soka soka yansıtıyorlar. Klişeleşmiş bağlamlardan çıkmamış olsa da, sezon boyu sürükleyici olduğu ve hatta belli noktalarda izleyicilerle çokça empati kurabildiği söylenebilir.

Hikaye
Hikaye açısından Devil May Cry‘ın cesur davrandığını söylemek mümkün. Her ne kadar kurgu bir evren olsa da, hikayesi ve işleyiş şekli oldukça politik ve günümüz dünyasının en büyük tartışma konularından bir tanesi. Bir nevi, iki boyut arasındaki göçmenlik konusu belli noktalarda sezonun ön plana çıkan konularından biri oluyor. Elbette, biraz fantastik bir temada işlenmiş olsa da, belli açılardan bir Amerika eleştirisi izliyor gibi hissettiriyor. Bunu negatif bir şey olarak söylemedim; bence verdiği mesajları oldukça akıllıca ve seçici olarak vermeye çalışıyor. Bunu, hikayenin bütünlüğünü bozmadan yapabilmesi bana kalırsa takdiri hak ediyor. Bir diğer noktadan da, Lady karakterinin bu temalar etrafında, sezonun başına kıyasla iblislerden nefret ederken belli bir noktadan sonra anlamaya başlaması, yaşadığı değişim ve gelişim, daha önce bahsettiğim karakteri ön plana çıkaran noktalardan biri oluyor.
Ana hikayemiz, çoğunluğun bildiği üzere, Dante ve geçmişi etrafında şekilleniyor. Konu, iki boyut ve iblisler olduğunda, ilk gördüğümüz şey klasikleştiği gibi iblislerin bir geçit açarak dünyaya geçme amaçları oluyor. İnsanlar arasında bir efsane olarak bilinen ve sezonun başında bahsedilen Sparda’nın kahramanlığı sayesinde dünyanın tamamen güvende olduğunu öğreniyoruz. White Rabbit ise tam olarak burada devreye giriyor. İki dünya arasında bir geçit açabilmesinin yanı sıra, ele geçirmeye çalıştığı edavatlarla iki dünya arasında kalıcı bir kapı açmayı hedefliyor.

Detaylar
Sekiz bölüm boyunca dizinin tempo ve izlenebilirliği açısından gayet iyi olduğunu söyleyebilirim. Problemleri var mı, elbette var ama bu problemler hiçbir noktada kopmanıza neden olmuyor. Animasyon kalitesi açısından bakarsak, sezonun başları ile sonları arasında farklılık olduğunu söylemek mümkün. Özellikle ilk bölümlerde gerçekleşen bir kovalamaca sahnesinde kalite oldukça göze batıyor. Muhtemelen yaratıcı ekip, bütçenin büyük bir çoğunluğunu sezonun son bölümlerine saklamış. Ayrıca seslendirme kadrosu da oldukça iyi bir iş çıkarıyor. İlk andan itibaren her bir seslendirmenin sesi, karakteriyle oldukça uyumlu; hiçbir noktada rahatsız etmiyor. Elbette burada en öne çıkan kişi, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Kevin Conroy‘un seslendirdiği VP Baines karakteri.
İblislerin tasarımları konusunda ise pek olumlu olamayacağım. Genel olarak, çeşitlilik konusunda bir kısırlık vardı. Animasyon olarak da, birkaç tanesi dışında yine pek göze hoş görünenleri söyleyemem. Övmem gereken noktalardan biri kesinlikle dizinin müzikleri. Genel olarak, her birini beğenmemin yanı sıra, sahneleri bozmamalarıyla birlikte yükselttiklerini söylemek bile mümkün. Evanescence‘in “After Life” şarkısı tekrar tekrar dinlemeye yol açıyor, şimdiden uyarayım.
Daha fazla incelemeler veya gündemden haberdar olmak için bizi takip etmeyi unutmayın!
Genel olarak izlemesi oldukça keyifli ve eğlenceli. Hikayesi ve aksiyonunu iç içe harmanlayarak izleyicisini yormadan tempolu bir anlatım sunuyor. Bazı noktalarda oyuna sadık kalsa da, belli açılardan tamamen ayrılıyor. Eğer oyun serisinin sıkı bir hayranıysanız, belli açılardan sizi rahatsız edebilir; fakat dizi olarak baktığımızda oldukça başarılı.