The Brutalist, adını brütalizm akımından alıyor, ancak bu ilham sadece mimariyle sınırlı değil. Brady Corbet‘in yönetmenliğini üstlendiği 2024 yapımı film, II. Dünya Savaşı sonrası Amerika’ya göç eden Macar Yahudisi mimar László Tóth’un hayatını konu alıyor. Adrien Brody’nin başrolünde yer aldığı epik dönem draması, insan ruhunun sert ve soğuk taraflarına götürüyor izleyicisini. Brady Corbet, üç buçuk saatlik destanını, neredeyse mükemmel biçimde ilmek ilmek işliyor. The Brutalist, yönetmenin beyanının aksine, Paul Thomas Anderson filmografisinden fırlamış gibi duruyor.

İçsel Yıkım ve Yeniden İnşa Süreci
Adrien Brody, ikinci kez toplama kampından sağ kurtulan bir yahudiyi canlandırıyor. Buchenwald’ın dehşetinden kurtulan mimar László, savaştan sonra Pensilvanya’ya taşınıyor. Kuzeni Attila’nın (Alessandro Nivola) sahibi olduğu mobilya mağazasında işe giriyor. Atilla, László’nun başta olduğu her şeyin tam tersini simgeliyor. “Amerikan Rüyası” tarafından asimile edilmiş bir işbirlikçi, muhafazakar bir milliyetçidir. Bu noktada filmin bir biyografi gibi hissettirdiğini söyleyebilirim. László Tóth gerçekten yaşamış bir mimar olmamasına rağmen karakter sizi gerçek olduğuna inandırıyor. Bu ilüzyonda, Adrien Brody’nin olduğu kadar Brady Corbet ve Mona Fastvold’un da payı var. Filmin ayakları yere basıyor. Normal şartlarda, 2024 yılında değil de 20. yy.’ın ortalarında vizyona girmiş bir film gibi hissettiriyor. Bunu, başka filmler için bir eleştiri olarak söyleyebilirdim. The Brutalist ise bu sayede çok daha otantik bir hale gelmiş. Bu nedenle filmi, nostaljik olarak değerlendirmiyorum.
Bu topraklar çürümüş. Ne manzarası ne de soframıza gelen nimetler… Bütün memleket kokuşmuş bir halde.
Guy Pearce’in hayat verdiği kalantor Harrison Lee Van Buren, onunla tanıştığımız ilk sahnede kendini ele veriyor. Van Buren, çocuklarının habersizce başlattığı kütüphane renovasyonu karşısında László’yu malikanesinden kovuyor. Bu sahne, rüyanın o kadar da toz pembe olmadığına işaret ediyor adeta. Van Buren, tipik bir Amerikalı olmasının yanı sıra, anıt gibi duran zenofobisiyle, László’nun geldiği yerdeki insanlardan o kadar da farklı değil. Projenin bir mimarlık dergisinde fark edilmesi üzerine Van Buren, László ile anlaşmaya varıyor. Filmin inşaat sahnelerinde, 2007 yapımı There Will Be Blood‘un izlerini hissettim. The Brutalist’te, bu sahneler farklı olarak sanatçının yapım sürecine dair bir anlatı yaratıyor.

The Brutalist, bir sanatçıyı satın almanın getirdiği bedel üzerine keskin bir bakış açısına sahip. Filmin bu kadar ses getirmesinin nedeni de budur diye düşünüyorum. 2024 Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kazandıktan sonra The Brutalist, bazı eleştiriler almaya başladı. Buna karşın, filmin Akademi’de 10 dalda aday gösterilmesiyle birlikte, bu eleştirilerin üstesinden gelmişe benziyor.
Brütalizmin Sinemadaki Yansıması
Şimdi biraz da açılış sahnesi hakkında konuşalım. İyi sinemacılar, açılış sahnesinden filmin tonunu belirlemekte ustadırlar. Film ile izleyicinin buluştuğu ilk noktada, eğer doğru bir izlenim bırakmazsanız yanlış beklentiler yaratabilirsiniz. Bununla birlikte, bazı filmler de ana fikirlerini daha ilk sahneden gösterirler. The Brutalist, László’nun bir geminin karanlık, dar koridorlarından geçerek güverteye ulaşmasıyla başlıyor. “Amerikan Rüyası” içeri yavaşça süzülüyor. Sevinç dolu László’yu Özgürlük Anıtı karşılıyor. Buna rağmen, Brady Corbet gergin ve karanlık tonu korumaya devam ediyor. Büyük acılar çekmiş bir göçmenin hayaline kavuşmasını değil, yeni bir kabusa adım atmasını temsil ediyor. Bunu müzikle destekliyor; tüyler ürpertici bir ton ve paranoya hissiyatı sizi sarıyor. Baş aşağı duran Özgürlük Anıtı, kurtuluşun değil, bambaşka bir esaretin sembolü haline geliyor.
Önemli olan yolculuk değil, varış noktasıdır.
The Brutalist, kapitalizmin sahillerine gelenleri öğütmesidir; László’yu, aileden biri olmasına rağmen yabancı gibi gören kuzeni ve onun eşidir; onların, kapsayıcı ve yardımsever görünen maskelerinin altındaki László’yu “düzeltme” arzusudur. Roger Waters’ın sembolize ettiği üzere, bir kıyma makinesidir; bir kültürel mozaik yalanıdır. Onu seslendirenlerin dışlanması ya da itibarsızlaştırılmasıdır.

Brütalist mimari, 1950’lerde Birleşik Krallık’ta, savaş sonrası dönemin yeniden inşa projeleri arasında moda haline geldi. Corbet ve Fastvold, fiziksel ve psikolojik rezonansı nedeniyle Brütalist mimariden etkilenmişler. László Tóth’un 30 yıllık travmasının ve iki dünya savaşının dallanıp budaklanmasının bir tezahürü olarak brütalizm karşımıza çıkıyor. Corbet, savaş sırasında kullanılan malzemelerin daha sonra, 50’li ve 60’lı yıllarda Marcel Breuer ve Le Corbusier gibi isimler tarafından konutlara ve kurumsal projelere dahil edilmesini şiirsel bulduğunu söylüyor. Bu da filmin anlatısına harika bir şekilde uyuyor diyebilirim. Brütalizm, ağırlıklı olarak göçmenler tarafından yaratılmış bir mimari tarzdır. Bu nedenle, hem sevilir hem de nefret edilir; halkın hayal gücünde yer edinmeleri zaman alır, çünkü insanlar onları o anda tam olarak anlayamaz.
Teknik Anlamda Göz Kamaştırıcı
The Brutalist, Alfred Hitchcock’un North by Northwest ve Vertigo gibi klasik eserlerinde kullandığı VistaVision formatını, farklı kamera ve lenslerle tercih etti. Paramount Pictures mühendisleri, 35mm sinema filmi formatının daha yüksek çözünürlüklü ve geniş ekranlı bir çeşidi olan VistaVision’ı, 1954 yılında televizyonun en parlak döneminde ve sinemaya gitme oranının düştüğü bir süreçte, Radio City Music Hall’da White Christmas filminin galası için geliştirdi. 1960’larda, 70mm geniş ekran formatları öne çıkınca, film yapımcıları VistaVision’ı büyük ölçüde terk etti.
Corbet ve Crawley, bu formata yüzyıl ortasındaki kökenleri ve geniş görüş alanı nedeniyle ilgi duydu. Yapım öncesinde Vertigo’daki, Golden Gate Köprüsü’nün geniş bir alanını içeren bir sekansı analiz etti. Corbet, “Görüş alanı olağanüstü. Normalde bir insan yüzünü çekeceğiniz 50 mm’lik bir lensle bir binanın tam karşısına geçebilirsiniz. Görüş alanı çok geniş olduğu için betondan gökyüzüne kadar her şeyi görebilirsiniz,” diyor. “Bu format, mimari çekimler için harika. Çekim yaptığınız yapıya fiziksel olarak yakın olabilir ve tüm ayrıntıları deneyimleyebilirsiniz. Betonun mineralliğini görebilir ve aynı zamanda tüm binayı kadrajınızda yakalayabilirsiniz.”

Corbet, müzikler için Scott Walker’ın Climate of Hunter ve The Drift albümlerinden ilham aldı. Ayrıca, Peter Gabriel, Simple Minds ve Heaven 17‘nin albümlerinin yaratılmasına yardımcı olan yapımcı Peter Walsh ile çalıştı. Mute Records için üç albüm kaydeden İngiliz doğumlu deneysel müzisyen Daniel Blumberg’i projeye dahil etti. Blumberg, Avrupa’nın çeşitli yerlerine giderek, efsanevi müzisyenler Evan Parker, Axel Dörner ve Sophie Agnel’in de bulunduğu bir kadro kaydetti. Blumberg, “Brady ile senaryoyu yazmaya başladığı andan itibaren müzik konusunda sürekli diyalog halindeydik,” diyor. “Ön prodüksiyon boyunca birlikte yaşıyor, akşamları demolar üzerinde çalışıyorduk; setten döndükten sonra da gece boyunca çalışıyorduk.”
2024’ün En Etkileyici Filmlerinden Biri
Corbet ve Fastvold, The Brutalist’in uzun süresi nedeniyle senaryoya 15 dakikalık bir ara ekledi. Bu ara, filmin ortasına denk geliyor ve László’nun Amerika’ya gelişi ile karısının gelişini iki bölüme ayırıyor.
Corbet, kurgu süreci için The Childhood of a Leader‘da birlikte çalıştığı Dávid Jancsó’ya başvurdu. Bu film, Dávid Jancsó için de benzer epikleri yeniden değerlendirmek için bir fırsat olmuş. Son altmış yılda birçok Hollywood ve uluslararası sinemacı, hırslı kahramanları üzerinden bir ulus hikayesi anlattı. The Brutalist de, hiç kuşkusuz, The Godfather ya da The Conformist gibi türdaşlarının arasına katılıyor. Jancsó için László Tóth’un filmdeki anıtsal çalışması, filmin aynı derecede anıtsal çalışma sürecini nasıl yapılandıracağını düşünürken stilistik bir referans oldu. “Mimari motifler, kurgu stilime de yansıdı” diye açıklıyor. “Brütalist mimarinin temiz, geometrik hassasiyeti, László’nun hayatındaki on bölümü keskin, ani kesmelerle yansıtıyor.”

The Brutalist, 2024’ün en etkileyici filmlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Brütalizm teriminin, filmin de yansıttığı üzere, birden fazla manası vardır. Film ilerledikçe, en rahatsız edici biçimde bu terimin ne anlamda kullanıldığına şahit oluyoruz. Sadece bir fiziksel şiddet unsuru değil, aynı zamanda özgürlük yalanıyla saklanmış ırkçılık ve ekonomik sömürünün bir parçası haline geliyor.
The Brutalist
The Brutalist, 2024'ün en etkileyici filmlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Brady Corbet, üç buçuk saatlik destanını, neredeyse mükemmel biçimde ilmek ilmek işliyor. There Will Be Blood ve The Godfather gibi Amerikan dönem dramaları içerisinde kendine yer buluyor.